29 Kasım 2018 Perşembe

GEÇTİKLERİMİZ






Telefonumun hafızası, internetimin hızı kadarım. Gazete almayalı bir yılı geçmiş. En son çalıştığım bir okul kütüphanesinde gelen giden okusun diye alırdık. Gelen kişi sayısı yirmiyi geçmez, kitapları geçtim gazeteye bakanların sayısı beşi bulmazdı. Yine de her sabah gazete gelirdi,yeri belliydi. Bugün yine gitsem aynı düzen yerindedir, eminim. Mahallenin kasabında da durum aynı. Beyaz et kapıya hep en yakın olan yerde sıralı. Televizyon hep kasanın tepesinde asılı. Düzenler aynı,kokular tanıdık, fırıncı yine döktürmüş cadde boyunca odunlarını.. Yüzler mimiksiz. İnsanların tahammül kırıntıları yok. 
Yok da yok. İhtiyaç duyulan elinin kolunun ulaşamadığı bir yerdeyse en fazla bir ay sonra okyanusu aşıp kapıya teslim. Bir ölen geri gelmiyor. Önceden olmuşa da çare yok, derdik. Olmuşları unutmayı öğrendik. Çatır çutur unutuyoruz, yapılanları,yapılmayanları, hataları hatta insanlığı. Fotoğraf albümlerini düzenlemek, basılmış fotoğrafın arkasına bir iki şey çiziktirmek, aman ön yüze geçmesin endişesini duymak... Evde en çok bozulan makinenin tamircisinin numarasını ezbere bilmek, annenin, babanın,öğretmeninin,en yakın arkadaşının ev telefonunu gözünü kapatarak şıp diye hatırlamak...

Pek ilgimizi çeken durumlar değil artık yukarıda bahsi geçenler. Bizler hayata ayak uydurmaya çalışırken birer birer hayatta kalma fonksiyonlarımızı kaybediyoruz, zannımca. Hiçbir şeyin ortası yok canım ırkımda. 

Geçen gün üzülmeyi beceremedim, unutmuşum. Gün hatrıma uğramıyor. Hafızam pek iyi değil. Okuduğum her bir kitabın karakteri birbirine girdi. En son izlediğim dizilerin karakterleriyle halay çekecek gibi oldular kafamın içinde. Hemen düşünmeyi bıraktım. Unuttuklarım uzun vadede canımı henüz sıkmıyor. Günlük atraksiyonlar yaşıyorum en fazla. Telefonumu işte o geçen gün markette taze fasulye seçerken kırmızı biberlerin içine koymuş eve gelmişim. Hatırlamak epey zamanımı aldı. Yolda gelirken dilenen bir çocuk gördüm. Ayağımda bot,kabanın üstüne Kızılay dağıtmış gibi bütün millette olan şallardan atmışım. Evimden market hava ve zemin elverişliyse on dakikayken ben hafif yağmur var diye kendime kat üstüne kat çıkmışım. Çocukta yanları koptu kopacak terlikten bozma bir lastik. Okul pantolonu küçük gelen birinden ellerine geçmiş olduğu bariz bir yırtık deryası. Beli poşetle tutturulmuş. Bak beli diyorum,çocuğun beli. Zaten koptu kopacak. Bir zamanlar mavi olan ağarmış bir kısa kollu sırtında, etek uçları beline tıkıştırılmış. Yerler ıslak. Saçak dibi diye bir şey yok cadde üstünde. Hiçbir dükkan sahibi insan istemiyor artık kapısının önünde,bıktık artık bunlardan modundalar, çocuk ayakta dikili. Gelip gidene bakıyor. Eli havada. Sesi çıkmıyor.
Üzülmeyi unutmuşum. Gözlerine bakmıyorum. Zaten evi vardır,diyorum. Yutkunuyorum. Biri onu izliyordur, diyorum. Karşıdan karşıya geçmek için ilerliyorum. Aman daha eve gidip ütü yapacağım, diyorum. Caddeden geçip büfenin yanındaki fırına giriyorum. Taze ekmek alıp çıkıyorum.
Nice dükkan sahibi ile. Tüm caddeden geçenlerle. Hep birlikte çocuğa bakıyoruz. Hep birlikte. Ellerini hepimize açmış ama geçip giderken doldurmadığımız avcun sahibine. Bir yılı aşkın zamandır almadığım gazetenin yapraklarına göğsünde yer vermiş çocuğa. Boynu yan düşmüş, yakasından görünüyor gazete kağıtları, hafif kızıllıkta. Bir parmak hareketi ile çeşit çeşit gezdiğim gazetelerden birinin yemek tarifi veren sayfası kalbinde. Geçerken birinin caddenin ortasına yanlışlıkla düşürdüğü 1 Türk Lirası ona uzakta. 
Yanlışlıkla. 
Bir lira. 
Ekmek parası dahi değil, bir lira. 
Epey uzakta. 
Kötü bir şey olduğunda herkesten çıkan ah-vah sesleri etrafta, bir işi olmadığını düşünenler yoluna koyuldu bile. Ütü var dağ gibi evde, kafamda. Düzen, demiştim ya hani hep bir yerlerde devam etmekte. Gazeteler basılmakta, önünden bir lira vermeden geçtiklerimizde. 
Caddeye büfeci abi bir kova su döktü fırından isteyip arabalar kaymasın diye. Çocuğun kanından. Taş çatlasa otuz kilo etmeyen çocuğun kanından.  Çocuğun göğsüne sıkıştırdığı gazetelerin satılmayanlarını dükkanının önünden kaldırmaya kaldığı yerden devam ederken; daha önce hiç de görmediydik burada, diyor. Yağan yağmurdan camları ıslanan fırıncıya bakarken. 
Günler geçiyor. Düzen ya hani devam ediyor. Bizim evde taze fasulye biteli çok oldu. Kaç tencere kaynadı üstüne bilemiyorum. Mahalleli soğuk havaya kaçak kat çıkıp karşı gelmeye başladı. Her şey aynen devam. Bayram amcanın kızı da kocaya kaçmış. Hepimiz bunu konuşuyoruz. Adını bile bilmediğimiz çocuk için hepimiz susmuştuk. Susuyoruz. Üzülmeyi unutmuşuz, insanlığı, yardımı ve çocuğu. Sanki hiçbirimizin ayıbı değil gibi sanki hepimizin içi rahat gibi. Bohçasına ne koymuş gitmiş, diyor perdeci tütüncüye. Baksana ne kolay unutmuşuz bir liranın değerini, değersizliğini. O çocuk için önemini.



*Fotoğraf Habib KOÇAK'a aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder